DENİZ TUTMASI…


Puslu bir İstanbul sabahı uyanıyordu 
Kız Kulesi’nden Galata’ya. 
Ve biz ayrı kıtaların delisiydik canım 
aramızda hep kırmızı bir yük gemisi.. 
Seni düşünmek 
iki dirhem bir çekirdek, 
çekirdeksiz bir dış, dışsız bir çekirdek. 
Soyun soyun bitemedik 
bir kabuktan bin kabuğa… 
Hayat be canım işte 
kendi haline bırakmıyor ki insanı… 
Neresinden tutacaksın kulpu mu var?.. 
Belki bazen…o da şansın varsa… 
ne şaşkın bir deli oluyorsun biliyor musun o zamanda?… 
Bıraksa halbuki… bir bıraksa… 
Şöyle salınsan boşlukta.. 
Bir delirsen bir boşaltsan içindeki cehennemi 
biraz yer açılsa göğsünde 
sonra çıksan rüzgara 
kalbinden beynine püfür püfür bir cereyan esse, 
bir temizlense için dışın… 
Kanatlarım çıkacaktı kimbilir…

Serin bir İstanbul 
Pera’da nar kırmızı… 
Kıstırıyor hayat 
sabaha beş kala 
uykusuz otoparkta. 
Dibini boylamadan şu denizin 
derinliğini bensiz gör istedim, 
çünkü boğulurduk biz seninle 
bir kaç kulaçtan sonra. 
Almadan bıraktım seni yerine, 
bir biblo gibi masanın üzerine, 
dokunmak asıl buydu. 
Anla istedim… 
Sen tıpkı diğerleri gibi 
bir çocuk şımarıklığına gittin 
başka denizlerde boğulmaya… 
Sadece ikimiz kalsaydık da şu dünyada 
bulamazdın artık beni. 
Herkes uyuyor herkes unutuyor herkes kaçıyordu, 
bizi farketmediler bile. 
Ne garip.. 
Sen de…

Deniz tutmasıdır bu… 
İçin bulanır. 
Ya sağlam bir liman yoktur sığınacak, 
ya atlayacak cesaretin… 
Aramızda olan 
kırmızı bir geminin seyrüseferidir… 
Gemiyi deniz tuttu canım… 
bizi değil…

Sibel BENGÜ

Yorum bırakın