Yalnızlık da aşk gibi, dilsiz dinsiz ırksız bir coğrafyadır..

Bir akşam üzeri..

öyle dokunur ki yalnızlık,
koskoca okyanusu bir dikişte içmişsin gibi şişersin.
nereye gidersen git
yalnızlık da aşk gibi,
dilsiz dinsiz ırksız bir coğrafyadır..
en umulmadık anda bir nefes,
çığlığını duyuverir..

İçindeki o büyük boşluk,
kilometrelerle sınanmayacak kadar derin de olsa…
gün gelir tek bir bakış için uğraş verir
iki kıtayı kavuşturmaya.
çünkü
her buluşma sevdiğine
mahrem bir iç dökmedir…

Hata yapacak kadar insansın işte…
pişman olacak kadar insansın.
hiç kimse hiç bir zaman hiç bir yerde
asla aşktan kaçamamış..
zamanın dünden çaldığını
sen yarınlarından çalma…
hayat; umutla beslenen bir muammadır…
olmaz dediğin kapıyı çaldırır..
yıllar öncesinin şimdisini karşına çıkartır..
mermer döşek de yaysalar
ölen iki kişilik candır..

Bir akşam üzeri..
öyle dokunur ki yalnızlık,
kızgın bir özlem bulutu örter üzerini,
anlayamazsın bu ne menem bir baş dönmesi,
toprağın suyu beklediği gibi beklersin
gözlerini kamaştıran o parıltıyı…
yalnızlık; meyvesinden burkulduğun
o ağaç gövdesinin çevresinde,
beş tur attığın köy kahvesinde,
çayına kaç dilek karıştıracağını bilemediğin
sayısız umut tohumu bırakır..
şeker gibi değil, alelade bırakılmış ince kıyım limon dilimleri gibi.
üç dişin kaldıysa üçüyle ısırmalısın onu..
üçü de iz bırakır ..
belki soğurup yok eden sen değil de limondur hayatını..
yine sabah olacaktır.
kendini kaybedinceye kadar sevmelisin
bahşedilmiş o armağanı..
yalnızsan insansın…
insansan şarttır..
yalnızlık da aşk gibi, dilsiz dinsiz ırksız bir coğrafyadır..
nereye gidersen git…
arar bulur kanırtır..

 

Sibel BENGÜ

Genel içinde yayınlandı

ÇOĞULLARDAN TEKİLLERE CÜMLELERDEN İZ SÜRDÜK…

ne çok açıklanamayan soru var,

ne çok cevapsız, ne çok yarım kalmış, ne çok zamansız bitmiş hikaye…

ne çok sığıntı kelimeyle avunuyoruz

ne çok karmaşayla savruluyoruz

ne çok bilgisizlikle savaşıyoruz

ne çok tehtitle dolu yalnızlığımız

ne çok farkındalıksızlık

ne çok duyarsızlık

ne çok sarılmış etrafımız korkuyla

ne çok perişanız konar göçer duyguyla..

ne halt edeceğiz taşlaşmaya yüz tutan bu kafalarla..

ne çok yargımız var

ne çok şablonumuz

ne çok etiketliyoruz insanları..

kimler bu çarpan aklımıza gece yarıları..

gök gürültüsünden korkmayı çocukluktan saydığımız günlerde,

bilmiyormuşuz ne çok korkacak şey varmış meğer gök gürültüsünden başka…

eteğime usulca ilişen sararmış yaprağa

kirpiğine benziyor diye sımsıkı bastırıyorum

kırılıyorsun kırıldıkça çoğalıyorsun..

parmaklarım oluyorsun boynuma yürüyorsun

alıp öpsem mi seni, alnıma mı yaslasam ne yapsam

ya uçuşursan göz pınarlarımdan dolup taşıp..

ne çok sebebimiz var kaçmak için …

ama bir tanecik umudumuz var ‘hadi bir daha dene ‘ diyen.

bir tanecik kalbimiz var sevmesini bilen

bir tanecik aklımız var dostu düşmandan ayırt eden..

‘kalk doğrul yerinden’ diyen tek bir omurgamız,

‘buraya kadar’ diyen tek bir eyvallahımız

her nefeste büyük mucizelelerimiz

her nefste büyük mücadelelerimiz

bir tek gönül yaramız var pansumanı hak eden

bir tek cesaretimiz var keşkeyi iyikiye çeviren

iyi niyetimiz var bir tane o da..

ağlamayı biliyoruz da allahtan, koca bir vicdanımız var …

bir tane çok özlediğimiz var

bir tane çok sevdiğimiz..

bir tane hep beklediğimiz..

bir tane unutmak istemediğimiz

bir tane yalnızlığımız

bir tane sürgünümüz

bir tane özgürlüğümüz

bir tane adam gibi sözümüz var

ve bir tane büyük aşkımız..

zaman zaman çıkarıp kurcalamaktan bıkmadığımız

bir tane ölüm var.. bir tane…

ölmeyi hak etmek için

allah aşkına insan gibi yaşa.…

Sibel BENGÜ